Eylül ayıyla birlikte karşımıza her yerde çıkan Bienal, bu yıl Yedinci Kıta başlığıyla ziyaretçilerini ağırlıyor. Peki nedir bu Bienal ? Kısaca anlatmak gerekirse genelde kültürel, sanatsal faaliyetleri anlatmak için kullanılan bir terim olan Bienal, iki yılda bir gerçekleşen ve kelime anlamı Fransızca bir diğer yıl anlamına gelen etkinlikler dizisidir. Yerli ve yabancı birçok sanatçıyı bir çatı altında toplayarak meraklıların karşısına çıkaran bu etkinliklerde bu yıl seçilen tema bir hayli manidar. Büyük küçük herkesin farkında olduğu küresel ısınma, yayılımcı politikalarımızla insan olarak tahrip ettiğimiz dünya 16. İstanbul Bienali ile çarpıcı bir şekilde ziyaretçilere gösteriliyor. Bizler de Saruhan Web Ajans olarak Eskişehir Ticaret Odası ile birlikte Bienali ziyaret ederek bu deneyimi yaşama şansı yakaladık.
Küratörlüğünü Nicolas Bourriaud'un üstlendiği 7. Kıta başlıklı Bienalde, birçok bilim insanı tarafından da kabul edilen Antroposen Çağını ve bu çağ boyunca doğa üzerinde yarattığımız tahribatı görebileceğimiz çalışmalar yer almaktadır. İstanbul Bienali Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi İstanbul Resim ve Heykel Müzesi, Pera Müzesi, Büyükada ve Abdulmecit Efendi Köşkü olmak üzere 4 mekanda 25 ayrı ülkeden 56 sanatçının eserlerine yer veriyor.14 Eylül ve 10 Kasım tarihleri arasında ücretsiz olarak gezilebilen Bienal'da her mekan Antroposen Çağını farklı yaklaşımlarla ziyaretçilere anlatıyor. 1987 yılından beri İstanbul Kültür Sanat Vakfı tarafından düzenlenen Bienal, dünyanın farklı köşelerinde yaşayan sanatçıların şehirle buluşmasını sağlıyor ve güncel sanat akımlarını görmemize yardımcı oluyor. Ziyaretimiz kapsamında sergilenen birçok eseri yakından inceleyerek, rehber anlatımlarıyla sanatçıyı ve tasvir ettikleri çağı biraz olsun anlamaya çalıştık. Bizi en çok etkileyen birkaç eserden kısaca söz edecek olursak;
Agnieszka Kurant - Post-Fordit
Sanatçı Post-Fordit isimli yapıtında on yıllar önce otomobil üretimi yapılan bir fabrikadan topladığı Fordit isimli taşları temel almıştır. Bu fabrikada yıllar boyunca bir üretim olmuş bu üretim esnasında çeşitli boyalarla otomobil parçaları boyanmıştır. Boyama esnasında bu renkli boyalar yerlere dökülmüş ve zamanla katılaşarak taşlaşmıştır. Tıpkı Antroposen Çağı gibi bu taş da insan eliyle şekillenmiş, oraya insan sebebiyle gitmiş ve zamanla sanki doğanın bir üretimi gibi şekillenip karşımıza çıkmıştır.
Johannes Büttner
İlk bakışta ürkütücü bir bilim kurgu filmi gibi görünen eser farklı topraklardan yoğrulmuş yedi heykelden oluşuyor. Burada heykellere baktığımızda hem beton hem de robot görebiliyoruz. Dikkatle baktığımızda aslında sanatçının hikayesini anlamak mümkün oluyor. Dünya sürekli gelişiyor, betonlaşıyor ve mekanikleşiyor. Bugüne kadar normal gelen her şey de bizimle birlikte tepe taklak oluyor…
Ozan Atalan- Monokrom
Türk bir sanatçının eseri olan Monokrom, hemen yakınımızda yaşanan bir kıyımdan bahsediyor. İstanbul, bugünkü beton haline dönüşmeden önce birçok canlıya ev sahipliği yapan verimli topraklardı. Bu canlılardan bir tanesi de Asya Mandaları…İstanbul büyüdükçe kenarlara doğru ilerleyen bu hayvanlar son olarak İstanbul Havalimanı ve 3. Köprü dolaylarında görülen bu hayvanlar kendi doğalarına tamamen aykırı bir betonun içinde, iş makinelerinin, tozun arasında yaşam savaşı veriyor. Ozan Atalan Monokram yerleştirmesinde Asya Mandalarının hazin sonunu yine bu beton kaosunun üzerine yerleştirerek bu canlılar için ölecek bir toprak bile kalmadığını anlatıyor.
Turiya Magadlela - S'Maidical
Turiya Magadlela, sanatında ırk ve cinsiyet ayrımına dikkat çekmek için genelde külotlu çoraplardan faydalanmış bir sanatçıymış. Bu eserinde de ırkçılığa ve cinsiyet ayrımcılığına işaret etmek için külotlu çoraplardan faydalanmış ve bir mağarayı andıran bu odada her renk tonunda çorabı birbirine dikerek ortaya bu çalışmayı çıkarmıştır.
Mariechen Danz - Beşik Mezar
Sanatçı Haliç Tershanesinde bulunan 2.455 adet tuğlanın kopyası ile oluşturduğu eseri ilk olarak Bienal’in yapılması planlanan ilk mekana göre tasarlamış ancak mekan değişikliğinden sonra da üzerinde insan kemiği, organ gibi şekillerin olduğu bu tuğlalarla çevrenin oluşumunda insan emeğinin yoğunluğunu tasvir etmeyi başarmış.
Deniz Aktaş - Umudun Yıkıntıları
Diyarbakırlı Sanatçı Deniz Aktaş,siyah beyaz ve tamamen araba lastiklerinden oluşan eserlerinde çevresel çöküşü ve kentsel çürümeyi, insanların ve doğanın travmatik dönüşümünü anlatmaktadır.Tamamen mürekkeple yapılmış siyah beyaz çizimlerden oluşan eserleri Caspar David Friedrich'in Umudun Enkazı tablosuna da bir gönderme niteliği taşıyor.
Max Hooper Schneider- Bir Karpuz Kafaya Dönüşmek
Bir dönem TV ekranlarında sürekli gördüğümüz kare karpuzları herkes hatırlar. Bienal’de rehberlerden aldığımız bilgilerde dikkatimiz çeken bir konu da bu karpuzların daha az yer kaplaması ve daha kolay taşınılması için kare şeklinde üretilmeye çalışılması ancak sonuçta karpuzların şekil olarak kare olsa da yeteri kadar büyüyemedikleri için yenemeyecek kadar tatsız olmaları oldu. İşin bir diğer ilginç tarafı da bu karpuzların yenemeyecek kadar tatsız olsa da astronomik rakamlarla satışa çıkmışlar! Max Hooper Schneider ise bu karpuzları gelecekteki insan beyin bedenlerine benzetmiş ve karşılarına koyduğu ekranda bir Hacıvat- Karagöz oyunu oynatarak 25 karpuz beyinin gölge oyununa seyirci olmasını sağlamıştır.
Eva Kotatkova - Empatiyi Yeniden Kurma Makinesi
Empatiyi Yeniden Kurma Makinesi, bir hayli etkileyici eserlerden biri. Bir oda büyüklüğündeki bu çalışmada bir dikiş ve bir hikaye anlatım atölyesi bulunuyor. Sanatçı buarada ezilen, sesi bir şekilde daha az çıkmaya zorlanan, ayrımcılığa maruz kalanların sesi olmaya çalışıyor.
Biz günübirlik bir İstanbul gezisine dahil olduğumuz ve malum İstanbul trafiğine de yabancı olduğumuz için malesef sadece MSGÜ Resim ve Heykel Müzesi ile Pera Müzesi'ni ziyaret edebildik. Abdülmecit Efendi Köşkü'de plan dahilinde olsa da hem trafik hem de dönüş saatimizi geçmiş olmamız sebebiyle orayı göremedik. Ancak gördüğümüz kadarıyla bizi tahminimizden çok daha etkileyen, ufkumuzu açan, görünen resmin arkasındaki hikayeyi anlamamıza büyük katkı sağlayan bir geziye dahil olmuş olduk. Özellikle İstanbul ve çevresinde yaşıyorsanız mutlaka gidip görülmesi gerektiğini düşündüğümüz Bienal, eserlerin güzelliğinin yanında verdiği mesajlarla da doğaya verdiğimiz tahribatı, Antroposen Çağını, ölümcül yayılım faaliyetlerimizle aslında dünyadaki en tehlikeli canlının insan olduğu gerçeğini yüzümüze tokat gibi çarptı diyebiliriz. Bizim için Bienal temalı bu yazıyla umarım gidecek olanlara bir rehber, gidemeyenlere de mini bir gezi olmayı başarmışızdır. Zaman ayırdığınız için teşekkürler. Bir başka gezi de buluşmak üzere.
Yorum Bildirin